İnsan Doğaya Hükmedebilir mi?

featured

Dünyamızın son dönemde gelmiş olduğu durum, gezegenimizin geleceği bakımından epey endişe vericidir. Sınai ilerlemelerin hız kazanması, gezegenimizdeki ekolojik dengenin altüst olmasına yol açmıştır. Sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerde başlayan olağanüstü kentleşme ile bu alanlarda fazlasıyla artan nüfusun ihtiyaçlarının tatmin edilebilmesi için bol miktarda enerji sarfiyatı gerekmiştir. Karbon emisyonu gözle görülür şekilde artmış, doğal kaynaklar önceki dönemlere nazaran çok daha fazla tüketilmiş, tüm gezegeni etkisi altına alan iklim problemleri karşımıza çıkmıştır.

Hiç şüphesiz ki bütün bunların en vahim sonuçlarından biri, insan yapımı nesnelerin toplam ağırlığının toplam biyokütleyi (dünyadaki tüm canlıların ağırlıkları toplamını) aşmış olmasıdır. Ekolojik denge üzerindeki insan müdahalesinin doğurduğu çevresel sorunlar, sağlığımız ve yaşam kalitemiz için zamanla ciddi birer tehdit unsuru haline gelmiştir. Kısacası, insanın doğa üzerinde yarattığı yıkım günümüzde had safhada olduğu için tüm insanlık olarak Antroposen Çağı’nın menfi sonuçlarından her anlamda etkilendiğimiz zor bir dönemin içerisinde bulunmaktayız.

Yaklaşık 11 bin yıl önce Buzul Çağı’nın sona ermesine müteakip, günümüzde halen içinde bulunduğumuz Holosen Devri başlamıştır. Ancak son dönemde, birtakım bilim adamları Holosen Devri’nin sonlanıp yeni bir jeolojik çağın başladığına ilişkin görüşlerini dile getirmektedir. Bahsedilen bu dönem, “Antroposen Çağı” olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırma, ilk olarak Paul Crutzen ve Eugene F. Stormer adındaki bilim adamları tarafından 2000 senesinde yapılmıştır. Ayrıca, Uluslararası Jeoloji Bilimleri Birliği de 2016 senesinde, Holosen’in bittiğini ve içinde bulunduğumuz dönemin “Antroposen” olduğunu belirtmiştir.

Antroposen Çağı’nın başlangıcına ilişkin farklı görüşler mevcuttur. Kimilerine göre Neolitik Devrim, kimlerine göre ise Amerika kıtasının 1492 senesinde Kristof Kolomb tarafından keşfedilmesi ile Antroposen Çağı’nın başladığı kabul edilmektedir. Bazıları ise, Antroposen’in başlangıcı olarak tüketim alışkanlıklarının köklü bir şekilde değişmeye başladığı ve Alamogordo’da yapılan ilk nükleer bomba denemesinin denk geldiği dönem olması dolayısıyla Atom Çağı’na geçildikten sonra karşımıza çıkan Büyük Hızlanma Dönemi’ni (Great Acceleration), yani 1940’lı yılların ortalarını göstermektedir. Ağır basan görüş ise Antroposen’in Sanayi Devrimi ile başladığı yönündedir.

Sanayi Devrimi sonrası, yaşam tarzlarında meydana gelen değişimler sonucunda insanların dünya üzerinde yarattığı etki gittikçe artmıştır. Bu etkiler sonucunda dünyanın telafisi imkânsız hale gelen, son derece büyük zararlarla karşı karşıya kaldığı göze çarpmaktadır. Dünyaya vermiş olduğumuz zarar; sel, kuraklık, buzulların erimesi, iklim değişikliği, biyoçeşitlilikte azalma, su kirliliği gibi çeşitli çevresel sorunlara yol açmaktadır. Bu sebeplerden, Sanayi Devrimi’nden günümüze kadarki süreci, Antroposen Çağı (İnsan Çağı) olarak nitelendirilebilir.

Geldiğimiz noktada, Antroposen dolayısıyla ortaya çıkan olumsuz sonuçların bertaraf edilerek sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edilebilmesi için gerekli planlamanın şimdiden yapılması lazımdır. Antroposen’i bir tür “yıkım çağı” olmaktan çıkarmak için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Bu doğrultuda, devletlerin yanı sıra şirketlere de büyük iş düşmektedir. Şirketler, sürdürülebilir bir yönetim anlayışı ortaya koyarak çevre sorunlarının çözüme kavuşturulması noktasında katkı sağlarken aynı zamanda karlarını artırabilmektedir. Haliyle, ESG (Environmental, Social and Governance) kriterlerine uyan şirketler önümüzdeki yıllarda ön planda olacaktır.

ESG Neden Bu Kadar Önemli?

Başta iklim krizi olmak üzere mevcut tehditler dolayısıyla bir süredir şirketlerin üzerinde durduğu ESG yatırımları, özellikle koronavirüs pandemisi ortaya çıktıktan sonra epey yaygın hale gelmiştir.

Günümüzde, yapılan yatırımlarda finansal analizin yanı sıra çevresel, sosyal ve yönetimsel risklerin analiz edilerek bu çerçevede yol haritası çizilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Son dönemlerde sıklıkla duyduğumuz “sürdürülebilirlik” kavramının üzerinde duran ESG kriterleri, şirketlerin finansal performanslarını göz önünde bulundururken çevre ve topluma karşı duyarlı bir şekilde hareket etmeleri bakımından son derece gereklidir. Şirketler, bir süredir dünyada gözlenen çevresel, sosyal ve yönetimsel tehditler karşısında tedbirli hareket etmek amacıyla ESG stratejileri üzerinde çalışmalar yapmaktadır. ESG, iklim değişikliği, doğal kaynakların korunması gibi çevresel konular, toplumsal refah, insan hakları, cinsiyet eşitliği gibi sosyal konular, hissedarların menfaatleri doğrultusunda hareket edilmesi, finansal raporlamanın usulünce yapılması gibi yönetimsel konuları içermektedir.

ESG kriterlerinin gözetilmesi; çalışan performansı, tedarik zincirinin devamlılığı gibi kolaylıkla istikrar sağlanamayan alanlarda başarı yakalanmasında kilit rol oynamaktadır. Şirketlerin ESG kriterlerine uygunlukları, birtakım kuruluşlarca değerlendirilmektedir. ESG performansı iyi olan şirketler, son zamanlarda sıklıkla gözlemekte olduğumuz çevresel sorunların çözümüne katkı sağlamalarının yanı sıra risklerini düşürdükleri için güvenilirlik kazanmakta ve uzun vadede kârlılıklarını artırmaktadırlar. İlerleyen yıllarda, bu nitelikleri haiz olan şirketlerin çevre sorunlarının çözümündeki rolü anlaşıldıkça, ESG kriterlerinin sadece şirketlerin uzun vadede ticari ve finansal başarı sağlamaları için değil, gezegenimizin geleceği için de oldukça önemli olduğu daha da belirgin hale gelecektir.

9
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsiniz

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırmayın ve ücretsiz e-posta aboneliğinizi hemen başlatın.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haber Dönüşüm ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin