Ayşe Kulin: “Kişi dört ayrı edebiyat fakültesini de bitirse hamurunda yazar ışığı yoksa…”

featured

Katmanlı hikâyeleri zengin anlatım teknikleriyle işleyen, zamansız eserleri yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada sayısız okuyucuya ulaşan, dokunduğu her işe tılsımlı bir iz bırakan yazar Ayşe Kulin ile yazarlığa dair konuştuk.

Röportaj: Ezgi Aydoğanoğlu

 

Çok kıymetli olduğunu düşündüğüm bir soruyla başlayalım istiyorum. Nasılsınız?

Beden sağlığım iyi. Akıl sağlığımı korumaya çalışıyorum, bu ortamda ruh sağlığımı Allaha havale ettim.

Yolculuğunuzun en başına, yayıncı bulmakta zorlandığınız dönemlerinize bugünün gözüyle baktığınızda nasıl hissediyorsunuz?

Hayırlısı olacaksa her şeyin kendine mahsus bir eşref saati olduğuna inanıyorum çünkü yayıncı bulmam, 1960’lı yıllardan beri yazdığım halde, 1995 yılını bekledi. Geç olsun da zor olmasın diye düşünmekten başka çarem yok.

Gazetecilikten yazarlığa uzanan kariyerinizde gazeteci kimliğinizin romanlarınıza yansımaları oldu mu?

Kendimi gazeteci olarak nitelemem gerçek gazetecilere büyük haksızlık olur. Evet, gazetelere yazı yazdığım bir dönem oldu ama o yıllarda Resim Heykel Müzeleri Derneğinde yönetim kurulu üyesi olduğum için daha çok resim ve resim galerileriyle ilgili sanat haberleri yazardım. Ayrıca okul arkadaşım Ercan Arıklı’nın çeşitli dergilerine röportajlar yapardım. Bu çalışmalarım benim gazeteci sıfatını kullanmama yeterli değil. Gazeteci sayılamayacağım için romanlarıma da etkisi olmadığını düşünüyorum.

“Her yerde ve her koşulda yazabilen biriyim”

Tarihten etkilenen, çokça araştıran bir yazarsınız. Okuyucularınız satır aralarında sosyal tarihi tadıyor, toplumsal olayları irdeleyebiliyor. Peki, yazarlar yaşadıkları dönemi kayda almalı, düşüncesine katılıyor musunuz?

Kesinlikle. O kadar ki, HANDAN adlı romanım Halide Edip’in HANDAN’ına göndermeler yaparak yazılırken, Gezi Parkı olayları patladı. Bir yazar olarak içinden geçtiğimiz bu çok özel dönemi romanıma katmasam olmazdı. Kurgu karakterlerim birdenbire kendilerini Taksim Meydanı’nın orta yerinde buldular ve bu barışçıl direnişe katkıda bulundular ki yıllar sonra HANDAN’ı okuyanlar, Gezi Direnişini bizzat yaşamış samimi bir kalemden istifade edebilsinler. Her yazar eğer yaşadığı yılları anlatıyorsa ister istemez sosyal tarihe de ayna tutar.

Yazma sürecinde sadık kaldığınız bir işleyiş var mı, çeşitli ritüelleri olan bir yazar mısınız?

Her yerde ve her koşulda yazabilen biriyim, kendimi kaptırdım mı etrafın gürültüsünü asla duymam. Bir keresinde uçağa çağrıldığımı duymadığım için uçak kaçırmıştım. Evde çalışırken, eğer o sırada ocakta yemek varsa kesinlikle mutfak masasında yazıyorum ki burnuma hafif bir yanık kokusu gelirse yemeği kurtarabileyim.

“Ne yazıyorsam yazayım her sözcüğün Türkçesini yazmaya özen gösteririm”

Kariyeriniz boyunca pek çok ödül aldınız. Sanatın ödüllendirilmesi günümüzde popülerleşen bir tartışma konusu. Sizin ödüllere atfettiğiniz anlam nedir?

Yayıncı kapılarından yirmi beş yıl eli boş döndükten sonra, nihayet bir yayıncı bulmayı ilk edebiyat ödülüm Haldun Taner Ödülü’ne borçluyum. Haldun Taner Ödülü’nü kazanan iki öyküme sekiz öykü daha ekleyerek, ertesi yıl da Sait Faik Hikâye Mükafatını kazandım ve çok değerli bir yayıncının kapıları bana açılmış oldu. Bu nedenle ödülleri şahsen küçümseyemem ama bir ödül furyası yaşandığının da farkındayım. Yine de bana verilen her ödülü, hasta veya bir yolculukta değilsem mutlaka almaya giderim çünkü gönül kırmak ve kibir, benim inancımda büyük günahtır.

Sohbet dilinde Türkçe kullanımı dönem dönem değişikliğe uğruyor. Zamanın popüler kelimeleri, söylemleri oluyor. Yazarlar bu değişimden ne kadar etkileniyor?

Roman, öykü ya da makale ne yazıyorsam yazayım her sözcüğün kesinlikle Türkçesini yazmaya özen gösteririm. Zamanın ruhuna göre pek çok yabancı sözcük, özellikle de teknolojik alanda, haliyle dilimize sızdıktan sonra, sık kullanılarak adeta Türkçeleşiyor. Örnek vermek gerekirse; radyo, televizyon, sinema, banyo, pisuar, lavabo, hatta pantolon, manto ve robdöşambr! Hayır, robdöşambr yerine sabahlık olmaz, çünkü sabahlık sadece sabah yataktan kalkıldığında giyilen bir giysi anlamına geliyor, robdöşambr ise ‘ev entarisi’ veya ‘ev giysisi’ olabilecekken, o şansı kaçırmış! Dillerin birbiriyle haşır neşir olmasını önlemek pek mümkün değil. Eğer dünyanın teknolojik, biyolojik ve ekolojik gelişmelerine önderlik edemeyeceksek, tıpkı sığınmacıların ülkemize yerleşmeleri gibi, yabancı kelimelerin de dilimize yerleşmelerine göz yummak durumundayız.

“Çok satmasına rağmen ‘Adı: Aylin’den daha iyi kitaplarım var” diyorsunuz. Favori üç kitabınızı sorsam, hangilerini sıralarsınız?

Füreya, Kanadı Kırık Kuşlar, Tutsak Güneş ve Her Yerde Kan Var. Siz istediniz üç, ben size verdim dört kitap.

Yazarlık bir meslek. Her meslek için belirli eğitimler ve deneyimlerden geçmek gerekse de içten taşan bir yeteneği zamanla geliştirmek de elimizde. Bu pencereden baktığımızda sizce “iyi yazarlık” öğrenilebilir mi?

İyi bir yazar olmak için çok kitap okumak, sağlam dil bilgisine ve genel kültüre sahip olmak, diğer sanat dallarına ilgi duymak ayrıca iyi bir gözlemci olmak gibi saptamaların tümü doğru ama kişi dört ayrı edebiyat fakültesini de bitirse, eğer hamurunda yazar ışığı yoksa, tıpkı sahne ışığı olmayan oyuncu, el lezzeti olmayan aşçı, şifa heyecanı olmayan hekim gibi elinden çıkacak yapıt emeğinin karşılığını yansıtamayabilir. Yanılıyor olabilirim ama böyle düşünüyorum.

3
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsiniz

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırmayın ve ücretsiz e-posta aboneliğinizi hemen başlatın.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haber Dönüşüm ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin