Hegel ile insan kalma şartları üzerine

featured

Georg Wilhelm Friedrich Hegel, kendisini tümüyle ve yetkin olarak kavramış mutlak filozof olarak anılır. İdealist Alman, düşünce felsefenin nesnesidir görüşüyle yola çıkarak birçok diyalektik kuramının doğmasını sağlamıştır. Ardında mühim tartışmalar yaratacak ve kendisinden sonra gelenlere ilham olacak kadar özü derinde eserler bırakan Hegel, Tinin Görüngübilimi yapıtıyla insanın kaynağını ve özbilinci ele alır.

Hegel’in söz ettiği felsefede bireylerin her şeyden önce kendi kendilerine ilişkin özgür bilince ulaşma çabası içinde olduğu kabul edilir. Bilincin özgürleşmesi süreç gerektirir ve bu süreç sonunda bilince yalnızca salt akılla ulaşılır. Akılla elde edilen bilinç yalnız bireyin bilinci olmaktan çıkar; bilinç, tinsel toplumun bilincidir. Mutlak özneler, doğruya ulaşmayı sağlar. Bilginin oluş sürecine inmek Hegelci bir felsefeyi gerekli kılar.

İnsanın kaynağı ve özbilinç

İnsan kendini ve dünyayı tanımlamaya yönelik merakıyla var olur. Bu nedenle önce dış dünyaya sonra kendisine bir anlam yükleme peşindedir. İnsanın benliğini anlamak adına yaptığı ilk şey, kendini diğer canlılardan ayıran özellikleri belirlemektir. İnsanın toplumsal varlık olmasının ortak bir kanı olarak belirlenmesi çok uzun sürmemiştir.

İnsanın akıl sahibi olduğunu söylemek insanın bilinç sahibi olduğu anlamına gelir. Hegel, insanın her zaman geleceğe yönelik yaşadığını savunur ve bu görüşü tanrı kavramıyla temellendirir. Ona göre şuuruyla hareket eden her kişi ilahi hayatı gerçekleştirmek ister. Bundan dolayı da insanı tanrı gibi manevi, bilinç sahibi ve dinamik görür. Tanrı ancak insanda hayat bulur ve canlanır, der.

İnsanı ele almak bilinci ele almaksa, bilinçten ne anladığımızı ve bilince neler yüklediğimizi netleştirmekle yükümlüyüz. İnsanın insan olma ve insan kalma şartları vardır; kişiliğe sahip olmak, kimliğe sahip olmak. İnsanların kişiliğinin olması toplumlarda da kişiliğin ve kimliğin var olduğunu gösterir. Kimlik, kendilik bilinci kazandırır. Düşünen varlık evreni bilen varlıktır. Evreni bilen varlık olmak için geçmiş yani tarih bilgisi gerekir.

Hegel için tarih, tinin evrimidir. Düşünceler, tinin başka başka görünüşleridir. Tin kendisini bilince tam anlamıyla açmamıştır. Sonucunda tin, bir bütünün farklı ufak parçalarıdır. Tin her zaman dönüşür.

Hegel özbilinci öznelliğin kaynağı olarak görür ve onu nesnelleştirir. Özbilinç, düşüncenin bir süreç içinde kendi varlığını kavrama ve bilme yoluyla gerçekleşen tarihsel bir etkinliğin öznesidir. Özbilinç anlayışı bir dolayımı gerekli kılar.

Özbilincin oluşumunu, zaman içinde bir bilgilenme ve kendi bilincine varma süreci olarak kavramak gerekir. Tüm bunların arkasında Hegel için özbilincin asıl isteği, tanınmadır. İnsan ancak ilişkileri içinde tanımlanır. İnsan kendisiyle ancak bir başka bilinç aracılığıyla ilişki kurar ve insan ancak bir başka bilinç yardımıyla, ancak bir başka bilinç tarafından kabul edildiğinde özbilinç sahibi olur. Bu görüşlerin temeli Hegel’in iktidar psikolojisi analizlerine dayanır.

Arzularına yenilmiş olanlar ve bedenin baskılarından kurtulmuş olanlar

İnsan olmak, insan olduğunun bilincine sahip olmak demektir. Bu da özbilinçli olmaktır. İnsan, insan olduğunun bilincinde olmadan önce zorunlu olarak ya köle ya da efendidir. Tarih, savaşçı efendi ile emekçi kölelerin etkileşiminin tarihidir. Hegel, insanın tanrıyla eş nitelikte olduğunu kavramasını ister. Ancak bu bilinçlenme durumu köle-efendi kavramlarını hiçleştirebilir.

Köle-efendi diyalektiği kişinin onaylanma isteğiyle ilgilidir. Bir başkasına muhtaç kalındığı düşünüldüğü anda döngü başlar. Hegel, arzularına yenilmiş olanları köle, bedenin baskılarından kurtulmuş olanları da efendi olarak kabul eder.

Hegel için özbilincin oluşumundaki tarih olayları kişilerin özgürlükleri için savaşmasıyla meydana gelir. Bunu açıklamak adına soyut bir diyalektik kuran Hegel, sürecini henüz tamamlamamış olan iki özbilinci karşı karşıya getirir. “Ben” başka bir “Ben”i görür ve üzerinde üstünlük sağlayabileceği noktalara odaklanır çünkü her iki “ben” de birbirini tehdit olarak görür ve özbilince ulaşma sürecini tamamlamak için karşısındakiyle mücadele etmek zorundadır. Burada mücadele kendini bulmanın bir adımı sayılır. Efendiyle köle arasında geçen mücadelede, her iki taraf da kendi özbilincini gerçekleştirmek için, ölümü göze alarak karşıtının varlığını yok etmeyi amaçlar. Yalnız bir bilincin bir başka bilinç tarafından tanınması, bu savaşımın ölümle sonuçlanmamasını gerektirmektedir. Bu da taraflardan birinin ölümü göze alamayacağı anlamına gelir. Şayet ikisinden biri ölmek zorundaysa özbilinçliliğin etkinliği başarısızlığa uğrar. Hegel, ölümle gelen bu başarısızlık durumuna, “yoksullaşma” der.

Köle, efendinin mücadeleci ruhunun varlığından korktuğu için köledir. Özbilinci kuran temel, korkudur. Kölenin efendiye duyduğu korku kendisini efendiye bağımlı kılar. Köle, efendi tarafından tanınmamış ve bu sebeple bağımsız bilinç haline gelememiştir.

Köle biyolojik var oluşla bütünleşmeyi, efendiyse onu aşmayı seçendir. Burada ayna metaforu devreye girer. Her iki taraf da kendini gerçekleştirme çabasındadır. Köle köleliğinin tutsağıyken efendi de efendiliğinin tutsağıdır. Yani, efendinin kendini gerçekleştirdiği evren biyolojik bir evrenken, köle yarattığı teknik evren içerisindedir.

Köle, efendinin efendi olma nedeninin kendi varlığından kaynaklandığını anladığında –bu demek oluyor ki başkasına muhtaç olduğunu fark ettiği anda- muhtaç olduğu kişiye nefret beslemeye başlar. Nefret, yok etme isteğini doğurur. Yalnız köle yok etme isteği duyduğu şeye muhtaçtır. Eğer onu yok ederse özbilincine ulaşamayacağının farkındadır. Bu ikilem onu mutsuzlaştırır. Ortaya çıkan köle-efendi ilişkisinde bir bilinç meydana gelir. Hegel bu bilince “mutsuz bilinç” adını verir. Verilen mücadelenin sonunda mutsuz bilinci aşabilen ve kendi kendine yetebildiği fikrini etrafına kabul ettiren kişi efendi, ona muhtaç olan da köle olacaktır.

Bilincin günümüze yansıması

Güçlerin eşit olmadığı her ilişki bir diyalektik halini alır. Köle-efendi olmak doğuştan gelen mutlak bir şey değildir. Bu diyalektik özgürlüğün temelinde olan bir mücadeledir. Kendi var oluş nedenimizi bir şekilde bağladığımız noktalar vardır.

Toplumda gücü esas alan ilişki yapıları bulunur. Günümüzde sert otorite figürüyle sertliğe maruz kalan bireyler arasındaki ilişki böyledir. Bireylerin sergilediği teslimiyetçi tutum köle-efendi diyalektiğine örnektir. Hatta stockholm sendromunun derininde bile Hegel’in bu görüşü belirir.

1
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsiniz

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırmayın ve ücretsiz e-posta aboneliğinizi hemen başlatın.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haber Dönüşüm ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin