Küreselleşme Dönemine Veda mı Ediyoruz?

featured

20. yüzyılla birlikte hayatımızda etkin rol oynadığı düşünülen ve özellikle 1980’lerden sonra dillere pelesenk olan bir kavramdır küreselleşme. Ancak tarihin ilk dönemlerinden beri insanlar, kendi topraklarında ve içe kapanık şekilde yaşamayı tercih etmemişlerdir. Böyle bir yaşam tarzını benimseyen topluluklar olsa da bu tarzı benimsemeyen, akıncı, yayılmacı ve savaşkan toplulukların varlığı söz konusu pasif toplulukların sonunu hazırlamıştır. Bu bağlamda, toplumların etkileşime geçmelerini tetikleyen unsurların başında savaşın geldiğini söylenebilir.

Bir diğer unsur ise ticarettir. Günümüzden binlerce yıl önce Baharat Yolu ve İpek Yolu başta olmak üzere Doğu ve Batı’yı birleştiren ticaret yolları olduğu bilgisine bugün sahibiz. Ayrıca Arap Yarımadası’nda çölleri geçen kervanlarla, Avrupa’da nehirler üzerinden döneminin yük gemileriyle yapılan ticaret, toplumların birbirleriyle tanışmalarına önayak olan gelişmelerin en önemlilerinden sayılabilir.

Pratikte bir hareketi gerektiren unsurların yanı sıra, teorik zeminde bugünkü küreselleşmenin köklerini bulabileceğimiz bir düşünce biçimi olarak stoacılık gösterilebilir. Kapsamlı bir sisteme sahip olan stoacılığın günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce dünya yurttaşlığını savunmasıdır. Bugünkü iletişim ve ulaşım imkânlarına kıyasla oldukça sınırlı olanaklara sahip bir dönemde böylesine bir düşüncenin var olması, küreselleşmenin, insanın gözünün gördüğü ve hatta görmediği tüm “şeyler” üzerinde hükümdarlık kurma arzusunun ne kadar şiddetli bir dürtü olduğunu düşündürmektedir. Başka bir açıdan, bu dürtüyü merak olarak da adlandırabiliriz.

Daha yakın bir tarihe bakacak olursak, 18. yüzyılda başladığı kabul edilen Endüstri Devrimi’nin üretim kapasitelerini katlayarak artırması, sonrasında beraberinde getirdiği üretim ve nüfus patlaması son derece radikal gelişmelerdir. 19. yüzyılda özellikle demiryolu taşımacılığının artışıyla birlikte insan hareketliliğinin de artması, o dönem için ABD ve Avrupa içinde daha büyük öneme sahip olsa da insanların aklına yerleştirdiği özgürlük düşüncesi ve hareket kabiliyeti, ilerleyen yıllarda tüm dünyadaki turizm hareketliliğine öncü olmuştur. Nitekim insanların farklı ülkelere gidip farklı kültürleri ve yaşayışları görmesi, entegrasyonu artırıcı niteliktedir.

1929’da ABD’de yaşanan ve tüm dünyayı tarihte görülmemiş büyüklükte bir yıkıma sürükleyen “Büyük Buhran” ise, ABD’de yaşanmış olmasına rağmen dünya ticaretinin %60’tan fazla daralmasına sebep olmuş ve dünya genelinde üretimde %40’tan fazla bir düşüş yaşanmasına yol açmıştır. Bu durumun bir başka ifadesi de bu krizin küresel bir ekonomik kriz olduğu ve dünyanın o zaman da ekonomik olarak önemli ölçüde küresel olduğudur.

Burada konu edilen husus küreselleşmenin, yaygın kanının aksine, çok yeni bir kavram olmadığıdır. Ancak küreselleşmenin kavramsallaşmasının ve etki alanının bu ölçüde genişlemesinin son 70 yılın ve özellikle son 40 yılın konusu olduğudur.

Küreselleşmeye ilişkin birçok tanımlama bulunmaktadır. Küreselleşmeyi “tek bir mekân olarak tüm dünyanın kristalleşmesi ve bir bütün olarak dünya bilincinin yoğunlaşması” şeklinde tanımlayanlar bulunmaktayken “Sermaye dolaşımının serbestleşmesi ve küresel pazarın genişlemesi” olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır. Özetle ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda homojen, sınırların olmadığı ve ortak bilincin hâkim olup çatışmaları izole ettiği bir dünya tasavvuru, küreselleşmenin temelini oluşturan düşüncelerdir.

Bu çerçevede değerlendirildiğinde, küreselleşmenin özellikle McDonald’s ve Coca-Cola gibi dünya devi şirketlerinin küresel pazarda kendine alan açmasıyla paralel geliştiği söylenebilir. Söz konusu iki marka, ABD’nin hegemon gücünün simgelerinden olmakla birlikte, özellikle giyim markalarının tüm dünyadaki etkisi de kültürel anlamda “homojen” bir yapıya dönüşün fitilini ateşlemiştir. Tabii ki 1960’larla birlikte uçak seyahatlerinin yaygınlaşması, turizmde çağ atlatmıştır. 1980’lerde ise Reagan ve Thatcher’ın neo-liberal politikalarının dünyada sermayenin serbest dolaşımının önünü ciddi oranda açmasıyla ve 90’larda internetin hayatımıza girişi ile küreselleşme yeni bir boyut kazanmıştır.

Sosyal medya ise küreselleşme konusunda ayrıca bir devrim yapmıştır. Justin Bieber’ın YouTube sayesinde “celebrity” olan ilk müzisyen olması, Obama’nın seçim kampanyalarını YouTube üzerinden yürütmesi, Arap Baharı sürecinin tüm dünya tarafından Facebook ve Twitter üzerinden takip edilmesi söz konusu gelişmelerin devrim niteliğinde olduğunun en somut göstergeleridir.

Şu an ise dünyada, 10 yıldır var olan Bitcoin’in ve diğer “coin”lerin fırtınası esiyor. Dolayısıyla, özellikle 2015 sonrası dönem, küreselleşmenin sermayenin serbest dolaşımı açısından tarihte görülmemiş bir dönem olarak değerlendirilebilir. Öte yandan dünyanın en büyük şirketleri arasında Amazon’un kaydettiği hızlı yükseliş, dünya ticaretindeki entegrasyonun ne boyutlara ulaştığının anlaşılması için değerli bir referans konumundadır.

Ayrıca sosyal medyadan tüm dünyayı takip edebilme ve dünyanın her köşesinden insanla iletişime geçebilme imkânı da kültürel farklılıkların çatışma sebebi olmasını değil; paylaşılacak noktaların çok olduğu düşüncesini yerleştirmektedir.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken dünya; aşırı sağcı, popülist söylemlerin arttığı, göçmen sorununun yaşandığı bir dönemden geçiyor. Bir yanda Meksika sınırına duvar örülmesini tartışan ABD öbür yanda Suriyeli mültecilerin botlarını batırmaya çalışan Yunanistan bulunmakta. Ayrıca nüfusunun yaklaşık %25’ini göçmenlerin oluşturduğu Almanya’da 2017 genel seçimlerinde aşırı sağcı AfD partisi, önceki seçime kıyasla oyunu %7,9 artırarak %12,6 oyla en çok oy alan 3. parti konumunda. Ülkesindeki göçmen nüfus konusunda Almanya ile hemen hemen aynı konumda bulunan Fransa’daki sağın yükselişi ise daha şiddetli şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Ülkelerin kendi içlerindeki göçmen nüfusla sürtüşmeleri bu kadar artmışken sınır komşularıyla yaşadıkları sorunlar ise kimi bölgelerde savaşa sebep olmuş kimi ülkeleri ise savaşın eşiğine getirmişken pandeminin ortaya çıkması da dünya genelinde işleri iyice zora soktu. Önce sınırların kapanması, ticaretin ve turizmin durması ve sonrasında ülkelerin birbirlerinin maskelerine el koyacak duruma gelmeleri, pandemi sonrası için dünya geneli durumun pek iç açıcı olmadığına dair sinyalleri vermişti. Bir de üzerine Rusya-Ukrayna savaşı ve artan güvenlik endişeleri eklenince, II. Dünya Savaşı’ndan beri barış ve huzurun yuvası olarak görülen Avrupa, savunma bütçelerini artırma konusunu tartışmaya başladı.

Tüm bu olumsuzlukların üzerine, Rusya ve Ukrayna’nın dünyanın en büyük tahıl üreticilerinden oluşu sebebiyle, temel gıda krizi endişesi eklendi. Hindistan gibi temel gıda maddelerinin birçoğunun üretiminde dünya genelinde önemli bir konuma sahip olan bir bölgede kuraklık yaşanınca da kriz daha da derinleşti. Sonuç olarak “Gıda Milliyetçiliği” dünya gündeminde hayati bir başlık haline geldi.

Sonuç olarak dünyamız bugün, hiç olmadığı kadar entergre bir halde. Yukarıda bahsedildiği gibi küreselleşme, her zaman belli ölçülerde insanların gündeminde veya pratik hayatında yer almış bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Son yıllardaki milliyetçi dalgalarını, pandemi sürecini ve sonrasındaki gelişmeleri, küreselleşmeye bağlı değerlendirdiğimizde, küreselleşmenin bir süreliğine rafa kalkacağı ancak ekonomik toparlanma süreciyle birlikte daha güçlü şekilde geri döneceği ihtimali daha gerçekçi görünüyor.

4
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsiniz

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırmayın ve ücretsiz e-posta aboneliğinizi hemen başlatın.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haber Dönüşüm ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin