Ebe hemşirelikten öğretmenliğe, edebiyat ajanlığından şövalyeliğe her adımı özgün bir kariyer yolculuğuna eşlik ediyoruz.
Bu keyifli röportajda Türkiye’de edebiyat ajanı deyince akla gelen ilk isim Nermin Mollaoğlu ile projelerini, şövalyeliğini, çalışma prensiplerini, yayıncılık dünyasının bugününü ve okuma alışkanlıklarını konuştuk.
Röportaj: Ezgi Aydoğanoğlu
Hemşirelik, öğretmenlik, edebiyat ajanlığı ile her adımı özgün bir kariyer yolculuğu hem çok keyifli hem çok yorucu olmalı. Nasıl oldu da edebiyat ajanlığında durup nefes aldınız? Ki o nefes sizi ve sayenizde Türk edebiyatını nice başarılara ulaştırmaya devam ediyor.
Teşekkür ederim. 49 yaşındayım. Hayatımın yarısı kitapların arasında geçti. Sayfalarda bana eşlik eden birçok insan oldu. Hepsine minnettarım. Ağladığım, kızgınlıktan, kırgınlıktan kapkara hissettiğim günlerde bile mesleğimi coşkuyla çok sevdim. Tesadüflerle başladığım yayıncılık sektöründe geçirdiğim yıllar için minnettarım. Annem büyük kızının ortaokulu bile bitiremeyeceğine inanıyordu. O zamanlar ilkokul mezunlarına ehliyet veriliyordu. Ehliyet için gelecekte ortaokul diploması isteneceğini öngörüyordu, endişeleniyordu. Devlet parasız sınavlarıyla okuduğu listeden ebe hemşirelik diplomasını aldım. 25 yaşımda öğretmenlik diplomamla Amerika’ya gittim. Bir yandan çocuk bakarak ilk yüksek lisansımı yaptım. 25 yaşıma bastığım gün Connecticut eyaletinde sabah kahvaltı yapıp, benim kullandığım arabayla başka bir eyalete tatile gidip pastamdaki mumları orada üfledim. Şimdi toplu ulaşımı tercih ediyorum. Kitap fuarlarına, edebiyat festivallerine gitmek için bindiğim uçak sayısıyla arabamıza biniş sayısı yarışırlar.
Kalem Ajans, Kalem Ev, İTEF, Gezici Kütüphane hatta Linden… Birbirinin elinden tutan tüm bu projeler, üretmeye aşık bir ekibin işi olabilir ancak. Bu organizasyon şemasını henüz duymamış olanlar için biraz detaylandırabilir misiniz?
Şahane bir soru, yorum. Evet siz şu an burada benimle röportaj yapıyorsunuz. Lütfen en yakın zamanda ofisimize buyurun, birlikte çalıştığımız ekiple tanışın. Yıllardır Kalem Ajans’ta çok kıymetli insanlar çalıştı. Farklı alanlarda eğitim almış, farklı vizyonlarıyla Kalem’i bugünlere getirdiler. Organizasyon için iki önemli özelliğimiz var: Şeffaflık ve sorumluk. Muhasebemiz öyle şeffaftır ki geçen ay ne kadar kazandığımızı ya da kaybettiğimizi stajyerlerimiz dahi bilir. Herkes çalıştığı zincirin tek sorumlusudur. Elbette birbirimize danışabiliriz ama son karar o masada oturan edebiyat ajanınındır ya da sözleşmeler sorumlusunundur.
Ofisinizi mutlaka uğrayacağım o halde 😊 Hangi yazarın/kitabın hangi dilde ve kültürde ilgi göreceğini bilmek kapsamlı araştırmaları, uykusuz geceleri beraberinde getiriyordur diye düşünüyorum. Sektörde “burnum iyi koku alır” diyenler de var elbet. Sizin için bu süreç nasıl işliyor?
Elbette burnumun iyi koku aldığını söyleyebilirim ama bazen burnuma cam duvarlar çarpar, çok uğraşmamıza rağmen o duvarları kıramayız. Bazen de burnum nezle olur, hiç tahmin etmediğim bir kitap birçok dilde yankı bulur. Her kitabın bir kaderi olduğuna inandığım gibi her ajanın da bir kaderi vardır.
Her dil için eşit çalışma prensibini nasıl yakalıyorsunuz?
Sorularınıza hayran kaldım. Bu benim içselleştirdiğim çalışma prensibim. Kalem’e her başlayana da öğretmeye, anlatmaya çalışıyorum. Büyük dil, küçük dil yoktur. Çin pazarı da Eston pazarı da benim için aynı önemde. Ermenice de Arapça da benim için eşit. Aynı coşkuyla, saygıyla, özenle tüm yayıncılarla iletişimde bulunuyorum.
“2017 Londra Kitap Fuarı Uluslararası Edebiyat Ajanlığı Mükemmellik Ödülü”nü almanız bir gurur kaynağı iken şimdi de “Macaristan Liyakat Nişanı Şövalye Haçı”na layık görüldünüz. Şövalye olmak nasıl bir duygu?
Beni seven, destek veren, benimle gurur duyan, birlikte çalıştığımız insanları çok mutlu etti. En çok buna sevindim. Yorgunluk halkaları gözlerinizde yer etmeye başladığında, acaba kelimesi sırtınızda ağırlaştığında birinin omzunuza dokunup, yaptıkların güzel işler demesi insana enerji, azim, neşe veriyor.
Türkiye’nin siyasi ve ekonomik dalgalanmalarının yurt dışında kitap tanıtımının önüne geçtiği oluyor mu?
Hem de nasıl! Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin başı hep fırtınalı. Salgın öncesi uçaklarda gazete dağıtılırdı. Frankfurt Fuarına giderken yabancı basından gazetelere de bakardım. Fuar toplantısına gelecek soruları tahmin etmeye çalışırdım. Bu işin en hafif tarafı. Fuarlarda randevu vermeyi reddeden yayıncılar hâlâ içimdeki kara listelerde.
Sizce yerli yazarlar dünya edebiyatını yeterince takip ediyor mu?
Bazıları hayranlık uyandıracak kadar iyi takip ediyor ama çoğunluğu maalesef kendi çağdaşı yerli yazarları bile takip etmiyor. Bu konuda çok dertliyim. Çok deşmeyelim lütfen.
Günümüz koşullarında “yazar yetiştirmek, yazarla birlikte yol almak” uzun vadeli dolayısıyla riskli addedilebiliyor. Satışı garanti, reklamı kuvvetli olabilecek isimler kitaplarının basılması için daha avantajlı konumda gibi… Okuyucuların bu duruma bakışındaki gözlemleriniz neler?
Onlar da o avantajlı hale gelene kadar çok çakıllı yollarda yürümüşlerdir, düşüp kalmışlardır. Bu doğal bir süreç. O zaman kanayan yerlerinde başarı çiçekleri açıyor.
Telif hakları departmanı yayınevleri için yeni bir adım sayılır. Telif alanındaki bilinç daha mı geç ulaştı bizlere, bu konudaki çekimser tutumun sebebini nasıl değerlendiriyorsunuz?
2002 yılında YKY’ye telif hakları departmanını oluşturmak için işe alınmıştım. Bu alanda işe alınan ilk kişiydim. Kartvizitime ne yazacağımıza karar verememiştik. Şimdi sektörde meslektaşlarımın sayısı çok arttı. Ne mutlu bize. Geç gelmesinin nedeni yine o dönemde sektörü oluşturanlar. Kendi kurdukları klanlar yıkılmasın, çarklar bozulmasın diye istemediler. Kazandıkları parayı farklı değerlendirmeyi tercih ettiler, birini işe alıp ona işi öğretmek istemediler. İlk olmak istemezdim. Benim de örnek alacağım insanlar olsaydı keşke.
Sizin de çevirileriniz raflarda yer alıyorken yazar-çevirmen-yayıncı üçgenine de değinelim isterim. Kitap kapağında adına yer verilip verilmemesinden tutun kazanılanın gösterilen emeği karşılamadığı tartışmaları daima gündemde. Bir eserde çevirmenin konumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Zorlandım. Böyle bir şey istediğim için kendimle sık sık kavga ettim. Beş kitaptan sonra rahatça söyleyebilirim, ben bu işi çok sevdim. Umarım devam edebilirim. Sadece çeviri telifi ile geçinmenin zorluğu bir tarafa bazı yayınevlerinde -etkisiz eleman, gereksiz işçi- olarak görülmelerine üzülüyorum.
Sosyal medyada oldukça aktifsiniz. Bahsettiğiniz eserlerle kendine okuma listesi hazırlayan tanıdıklarım var. Paylaşım yaparken kendinizi sorumlu hissediyor musunuz yoksa içinizden geldiği gibi, akışta bir kullanıcı mısınız?
Sosyal medyayı seviyorum. Beni geliştiriyor. Önüme yeni ufuklar çiziyor. Bezen bunaldığım oluyor. O zamanlarda da hiç paylaşım yapmıyorum. Bazen de kendimi sansürlüyorum. Kültür bakanlığımızın en büyük yayıncı olmasını henüz içimden geldiği gibi eleştiremedim. Oturduğu koltuktan kalkmak bilmeyen büyüklerimizi, aynı insanlarla fotoğraf halayları çekmekten sıkılmayanlardan ne çok sıkıldığımı anlatamıyorum yeterince. Kara kelimelerim yerine kırmızı kelimeleri tercih ediyorum. E şekerli kelimeler, güzel kaderim için sosyal medyaya şükrediyorum. İnsanlara okuma motivasyonu verecek paylaşımlar için zamanımı kullanmayı tercih ediyorum.
Size gönderilen kitapların hepsini okuma fırsatınız olduğunu sanmıyorum. Çantanıza atacağınız kitabı seçmek adına sırayla hangi kriterleri baz alıyorsunuz?
Tesadüf en sevdiğim baz olabilir. Bana çok da fazla kitap gelmiyor. Ben almayı tercih ediyorum. Gönderince onu paylaşmamı bekliyorlar. Bu büyük bir tutsaklık oluyor.
Süreyya evin/terasın keyifli akşamlarına uzanalım… Sektörde yer alan bağımsız isimleri buluşturarak capcanlı bir sosyal ağ yaratıyorsunuz. Bu özenli yaklaşımın ardındaki motivasyonunuz ne?
Kalem ofis, uzun yıllar devam ettirdiğimiz Taksim, Cavid pazartesi masaları, Kalem Ajans sosyal medyasında #salıbende paylaşımları, şahane kocamla yaşadığımız Süreyya evimiz, Yalova’da yazar ve çevirmenler için oluşturduğumuz Kalem Ev hepsinin amacı insanların farklı hikâyelerle buluşması, tanışması. Sektörde yeni olmak nedir hâlâ acıyla hatırlıyorum. Belli bir grup insan tarafından tanınmamak, yenilerin sokulmadığı kalın halkaları bilirim… Birbirimizi sevmemiz gerekmiyor, nefret bile edebiliriz. Ve fakat önce tanısak, dinlesek, karşımızdakinin hikâyesini öğrensek daha güzel bir hayatı paylaşırız.
Yeni bir yazar keşfettiğinizde duyduğunuz heyecanı nasıl tarif edersiniz?
Neşeleniyorum. Bir an önce bilgisayarımın karşısına geçip çalışmak istiyorum. Daha erken uyanıyorum. Başka bir şey düşünemiyorum. Dudağımızın içinde aşk nasıl saklanamıyorsa heyecanım da konuşmalarımda yankılanıyor.
Şimdilerde radarınıza takılan, temsil etmek istediğiniz bir yazar var mı?
Utanarak anlatayım. Bundan sanırım 6-7 yıl önce bir yazardan e-mail geldi. Birlikte çalışmak istiyordu. Yeni yazar temsili alamadığımı, (henüz romanı yoktu) öyküleriyle çok ilerleyemeyeceğimizi anlatan bir cevap verdim. Geçen yıl ilk romanını okudum. Hayran kaldım. Hâlâ yeni bir yazar temsili almamam gerekiyor. Yine de kendisine yazdım. Cevap vermedi. Kitapçılarda kitabı gördükçe üzülüyorum. Bu soruda hemen aklıma o yazar geldi. Umarım ekibimiz biraz daha büyür ve daha çok yazar temsil edebiliriz. Yeni bir yazar keşfetmenin heyecanı içimde hâlâ çok yeşil.