Silüryenler: Gizemli Bir Medeniyetin İzleri
Ünlü bilim kurgu dizisi Doctor Who, izleyicilerine farklı evrenlere açılan kapılar sunarken, bir yandan da gerçek dünya ile kurgunun sınırlarını sorguluyor. Dizide yer alan Silüryenler, insansı formda ve sürüngen özellikleri taşıyan bir uzaylı türü olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu hayal ürünü senaryo, aslında insanlık tarihinin derinliklerine kadar uzanan tartışmalara dayanan bir altyapıya sahip.
Silüryen hipotezi, ilk kez 2018 yılında Cambridge Üniversitesi‘nden iki bilim insanı tarafından kaleme alınan bir makalede ele alındı. Makaleye konulan başlık, “Silüryen hipotezi: Jeolojik kayıtlarda endüstriyel bir medeniyet tespit etmek mümkün mü?” şeklindeydi. Bu tartışma, yüzlerce yıldır hem bilim insanları hem de komplo teorisyenleri arasında sürüp giden bir meseledir.
Günümüzde sosyal medyada sıkça bahsedilen Lizard/Reptilian/sürüngen/kertenkele insanlar meselesi, köklerini Sümer tabletlerindeki Anunaki efsanesine dayanıyor. Bu efsaneye göre, Anunakiler, dünya üzerindeki altın kaynaklarını elde etmek amacıyla gezegenimize gelmişlerdir. Ancak kendi ırkları iş gücünü reddedince, genetik mühendislik ile daha iyi çalışacak bir canlı türü yaratmayı amaçlamışlardır. Bu süreçte, yılan ve sürüngen genleri kullanılarak, akıllı ve zeki bir tür olan Reptilianlar ortaya çıkarılmıştır.
Ancak Reptilianlar, Anunaki’lerin esaretine karşı gelerek isyan ederler. İsyan başarısız olunca, gizli tünellere ve yer altı mağaralarına kaçarak izlerini kaybettirirler. Anunaki, bu sefer, insanları yaratmak için maymun genetiği üzerinde oynamaya karar verir. Sonuç olarak, insanlık tarihi böyle bir efsane ile şekillenmiştir. Bu mitolojik hikâye, tarihin derinliklerinden gelen bazı belgelerde “kertenkeleye benzeyen insanların” varlığına dair ifadelerle desteklenmiştir. Efsane günümüzde sayısız film, video oyunu ve edebi eserde yeniden yorumlanmaktadır.
Bilim Dünyasında Yeni Tartışmalar
Artık bilim insanları, geçmişte yaşamış olabilecek bu türleri ciddiyetle ele almaya başlıyor. Astrobiyoloji Dergisi‘nde yayımlanan makalede, insanlıktan çok önce var olmuş bir medeniyetin kalıntılarını bulmanın mümkün olup olmadığı sorgulanıyor. Yani, eğer bu efsaneler gerçekse, geçmişte yaşamış bir medeniyetin izlerini nasıl tespit edebiliriz? Makalede şu ifadeler dikkat çekiyor:
- Böyle bir medeniyetin bulunma olasılığını değerlendirmedeki temel sorulardan biri, yaşamın ortaya çıktığı ve bazı türlerin zeki olduğu göz önüne alındığında, endüstriyel bir medeniyetin ne sıklıkla geliştiğinin anlaşılmasıdır.
- İnsanlar bildiğimiz tek örnek ve endüstriyel medeniyetimiz şimdiye kadar yaklaşık 300 yıldır varlığını sürdürüyor. Bu, bir tür olarak var olduğumuz zamanın küçük bir kısmı ve karmaşık yaşamın Dünya’nın kara yüzeyinde var olduğu zamanın çok küçük bir kısmıdır.
- Peki ya milyonlarca yıl önce benzer bir ileri medeniyet var olsa ve bir süre sonra çöküp yok olsa, onları bugün nasıl tespit edebilirdik?
Bilim ekibine göre, bir medeniyet ne kadar teknolojik olarak ileriyse, gezegende bıraktığı ayak izleri de o kadar küçük olabilir. Çünkü bu tür, doğayı kirletmeyen enerji kaynakları geliştirmiş ve sürdürülebilir üretim yöntemleri kullanmış olmalıdır. Dolayısıyla, böyle bir medeniyet yok olduğunda, doğa onların bıraktığı izleri kolayca temizleyebilir. Örneğin, günümüzde yaşadığımız pandemi döneminde, kısa süreli “eve kapanma” sürecinde bile, gezegenimizdeki kirliliğin hızla azaldığı ve yeşil alanların genişlediği gözlemlenmiştir.
Ayrıca, birkaç bin yıl önce yaşamış medeniyetlerin bile kalıntıları hızla toprakla bütünleşirken, milyonlarca yıl önce var olan bir medeniyetin hiçbir iz bırakmaması da oldukça mümkün görülüyor. Bilim insanlarının artık bu konuları cesurca tartışması, insanlık tarihindeki belirsizliklere yanıt bulmak için bir adım daha atıldığını gösteriyor.