Erkan Tahhuşoğlu’nun “Döngü” Filmi Üzerine
Erkan Tahhuşoğlu’nun yazıp yönettiği ve bu yıl 31’incisi gerçekleştirilen Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan “Döngü”, festivalden “en iyi senaryo” ve “FİLM-YÖN En İyi Yönetmen” ödülleriyle döndü. Film, 35. Ankara Film Festivali’nden de “Onat Kutlar En İyi Senaryo” ve “en iyi kadın oyuncu” (Serpil Gül) ödüllerini alarak dikkatleri üzerine çekti. Tahhuşoğlu, bu filminde farklı sosyal sınıflar arasındaki güç ilişkilerini ve sınıfsal çatışmaları, küçük burjuva Ayten (Emel Göksu), gündelikçi Sevim (Serpil Gül) ile yabancı işçiler Lena (Ftesa Hazrolli) ve Vera (Shpresa Hashimi) üzerinden, bir kaza sonrası yaşanan adalet mücadelesi ile ustaca anlatıyor.
Yönetmen ve Oyuncudan Açıklamalar
‘Psikodrama’
Döngü’nün esin kaynağı ne oldu? Uzun yıllardır, gözlemlerim ve deneyimlerim üzerinden bir sınıf hikâyesi çekmeyi arzuluyordum. İlk önce Ayten ve Sevim karakterleri üzerinde düşünmeye başladım ve senaryoyu bu karakterler etrafında geliştirdim. Zamanla diğer karakterler de senaryonun akışı içinde kendilerini buldular.
Türk işçisinin “döngüsü” ile Kosovalı “göçmen işçi” arasındaki ilişki, kayda değer bir ironi barındırıyor. Bu tercihin nedeni neydi? “Yabancı işçi” kavramı benim için başlı başına bir ilgi alanı. Bu konu Türk sinemasında yeterince işlenmiyor ve üzerine daha fazla düşünülmesi gerekiyor. Lena ve Vera karakterleri, bu sebepten ötürü senaryoda yer alıyor. Onların yaşam koşulları ve karşılaştıkları sorunlar, benzeşen ve ayrışan yanlarla dolu. Türkiye’deki işçi sınıfının zihniyeti, sınıfsallık açısından oldukça karmaşık. Çalışan insanlar, koşullar ne olursa olsun kendilerini şanslı hissedebiliyorlar. Feodal ilişkilerin hâlâ geçerliliği, “Biz bir aileyiz” algısıyla birleşince, zihinsel bir bulanıklık yaratıyor. Yabancı işçilerle olan etkileşim, bir noktada çatışmaya dönüşüyor ve bu çatışma, zihinsel sıçramalara yol açıyor. Döngü, tipik bir kahraman anlatısı değil; Sevim karakteri kahramanlaştırılmıyor. Sevim ile Lena ve Vera arasındaki kültürel çatışmalar, Sevim’in hayatındaki ayrım noktalarına neden oluyor. Yabancı işçilerin varlığı, bu nedenle senaryoda son derece değerlidir.
‘Tiyatro Rahat Salındığım Yer’
Sevim rolünü kabul ederken ne düşündünüz? Senaryoyu okumadan önce, tanıtım amacıyla yapılan küçük bir çekimde birkaç sahneyi okudum ve derhal etkilendim. Bu sahneler, filmin temel meselelerini yansıtan içgörü veriyordu ve benim kişisel dünyamda bir yankı buldu. Senaryoyu okuduktan sonra da aynı duygu devam etti. Erkan Tahhuşoğlu ile tanışmam, onun eşitlikçi bir insan olduğunu ve mesleki anlamda da bu anlayışla hareket ettiğini anlamamı sağladı. Bu yüzden senaryonun finalini görmeseydim de rolü kabul ederdim.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri işçi hakları. Sevim karakteri olarak, bir işçinin hakkının döngüsünün kırıldığı ana dair önemli bir roldesiniz. Serpil Gül olarak ne hissettiniz? Rolüm beni oldukça sıkıştırdı. Sevim karakteri tanıdık ama bir o kadar da üzücü bir gerçekliği yansıtıyor. Filmde Sevim’in perspektifinden bakınca, bir insanın ne denli yıprandığını yeniden düşünmeye başlıyorsunuz. Hayatım boyunca, ev düzenindeki çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki ilişkiyi incelemek her zaman ilgimi çekmiştir. Orada bir şeyler oluyor; çalışan ve çalıştıran olarak, o ilişkide farklı bir kimliğe bürünüyoruz. Kendimizi bir yere ait hissettiğimizde, arkamızda hissettiğimiz insanların haklarını savunmaya çalıştığımızda, sonuçta ne oluyor? Çünkü biz oraya ait değiliz. Tüm bunları öğrenmek, son derece sarsıcıydı.